6 Nisan 2013 Cumartesi

Müthiş İkili

Aslında 3 Temmuz olaylarının patlak vermesinin ardından, birçok futbolsever için Türk futbolu karanlık içerisinde kalmış ve kolay kolay çözülemeyecek bir zincirin düğümlerinin içinde kaldığını düşünüyordu. Ne var ki, 2013'in Nisan ayı içerisinde çok beklenmedik bir şekilde iki takımımız Galatasaray ve Fenerbahçe, Türk futbol tarihine geçebilecek önemli zaferler kazandılar. Ama bu zaferler öncesinde, Türk futbolunun Galatasaray ve camiasına çok şey borçlu olduğunu düşünüyorum. Hiç süphesiz, 2010 yılında bir anket yapma şansımız olsa idi ve bu ankette tek soru olarak ''Dünyanın en iyi oyuncusu kimdir?'' sorsaydık ; muhtemelen, CR7, Lionel Messi ve tabii ki de Wesley Sneijder isimleri ön plana çıkardı. Aradan sadece 2 sene geçti, ve bu isimlerden Hollandalı olanın durağı bizim ülkemiz oldu ve daha öncesine baktığımızda genç sayılabilecek bir yaşta. Her ne kadar bazı taraftarlar bu transferi kıskançlık ve biraz da üzüntünün verdiği duygulara sahip olarak eleştirse de, muazzam bir transfer ortaya çıktı. Ve, bir anda, Real'e, PSG'ye, Arsenal'e veya Liverpool'a gitse, şaşırmayacağımız bir transferi, Galatasaray başardı. Böylece, ülkede gözler tekrar futbola çevrildi, derken, bir de Didier Drogba gibi bir isim aslan oldu. Sallantıda giden bir FB'li olarak, transferleri kıskanmadım dersem yalan söylemiş olurum ama 2 oyuncuyu da burada görmek, bir futbolsever olarak çok çok güzel bir duygu. Bu yüzden, böyle bir durumda böyle iki dünya yıldızını Türkiye'ye kazandırdığı için GS camiasını kutluyorum ve umarım arzu ettikleri başarıları- tabii ki Avrupa'da- yakalarlar, diye düşünyorum.

7 Eylül 2012 Cuma

     Avrupalı Türkler?


     Bu yazıyı Hollanda-Türkiye maçının ardından, sıcağı sıcağına kaleme alıyorum. Şunu kesinlikle söylemek gerekir ki ; 2012-2013 sezonu hem Türk takımları ve hem de Türk Milli Ulusal Takımı için hiçte iyi başlamadı. Bursaspor ve Eskişehirspor sadece birer tur geçtikten sonra dişli rakipler karşısında havlu attılar. Belki, Twente ve Marsilya gibi iki tecrübeli ve Avrupa'nın başaltı sayılabilecek ekiplerine karşı ''ellerinden geleni yaptılar'' diyebiliriz ama Trabzonspor belki de, sezonun en büyük hayal kırıklıklarından birine sahne olan eşleşmede Macar ekibi Videoton'a elendi.Bu yenilgiyi açıklamak için çeşitli yorumcular birbirinden farklı birçok yorumlarda bulundular lakin bu düşünceler birer ufak mazaretten öteye geçemediler. Doğal olarak, bu elenmenin açıklanacak bir noktası yok aynen Fenerbahçe'nin Moskova'ya olduğu gibi. Fener'in elenmesinde şöyle bir garip nokta var: Fener'in Topal-Topuz-Selçuk'lu orta sahası ŞL'ye yeterken UEFA Avrupa Ligi için ise Raul Meireles gibi ismen ve karakter anlamında çok dominant bir ismin alınması biraz ironik oldu gibi. Bugünse, yeni bir macera da Hollanda karşısında Milli takım fena oynamamasına rağmen 2-0 gibi bir sonuçla mağlup oldu. Muhtemelen yarın, herkes neden ''Selçuk neden yok'' diye soracak ama sıkıntımız acaba Selçuk gibi bir elaman mı yoksa final paslarını doğru yerlere atmak veya daha iyi bir bitiriciklik mi? Veya çıkarken daha basit oynamak mı? Belki bunlardan bazıları, Selçuk'la düzelebilir ama aslında ilk olarak bu hastalıklar nasıl düzelir diye çareler aramak ilk hedefimiz olmalı diye düşünüyorum.Bu sorunlar, sadece milli takımın değil bu ligin takımlarının hemen hemen hepsinde olan sıkıntılar. Ve acaba, yakın gelecekte bunları çözmek için neler yaptığımızı bize sonuçlar gösterecek gibi Avrupa'da.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Peki ya Moskova

        Geçtiğimiz dönem içerisinde, Fenerbahçe bu sezona aslında istediği gibi başlayamadığının yanı sıra, takımın saha içinden ziyade, saha dışı olayları taraftarı şaşkına çevirmiş durumda. İlk olarak, sezonun başından beri istenen orta sahaya takviyenin bir türlü yapılmaması ve takımın daha maç resmi bir maç oynamadan bile, taraftara güven vermemesi çok kilit bir noktada yer alıyor. Ama, bu konuda en enteresan nokta belki de teknir direktör Aykut Kocaman'ın birdenbire takımın ardında durarak, transfere ihtiyaç duymadığını söylemesi. Kuşkusuz, bu durumun birçok taraftarın kafasında soru işaretini ortaya çıkartmaya sebep olduğunu söylemek zor olmasa gerek. Ve diğer husus ise, son dönem içerisinde, ana haber bültenlerinde bile kendine yer bulan, Alex- Aykut Kocaman polemiği.Bu belki de az önce bahsettiğim konunun bile önüne çok kısa bir zaman içerisinde geçti. Aykut Kocaman'ın takımın belki de son 8-9 senesinde sahip olduğu taktiği değiştirip, ortaya daha Avrupai bir oyun benimsemek istemesi kabul edilebilir bir nokta. Ama, eski taktiğin ve birçok taraftarın gönlünde- fenerlisi veya diğer herhangi bir takımın taraftarı farketmez- yer alan bir oyuncunun, bir hafta içerisinde aniden 18 kişilik kadro dışında kalması biraz üzücü bir durum olsa gerek. Alex'in buna karşılık sosyal medya içerisinde, aktif olması ve Kocaman ile ilgili attığı mesajlar bu durumun karmakarışık bir hal almasına sebep oldu. En son Antep maçı da birşeyi unutmamamızı ister gibiydi. Bu düello 2 taraflı değil, 3 taraflıydı: Aziz Yıldırım. Başkanın, bu duruma karşı benimsediği tavrın ne olacağı merakla beklenirken, Fb'li taraftarlar da belki de şunu düşünüyorlar: Peki ya Moskova?

8 Haziran 2011 Çarşamba

Transfer Dönemi Yeniden Başrolde...

        Bu yaz her zaman olduğu gibi bizleri renkli bir transfer dönemi bekliyor.Özellikle, yurtiçinde Beşiktaş ve Galatasaray'ın çok kötü bir sezon geçirmeleri ve şampiyonluğu son maçta kaybeden ''Gönüllerin Şampiyonu'' Trabzonspor'un bu sezonu iyi geçirmek için önemli ve pahalı transfer yapmaları olağan bir durum.Zaten transfer sezonunun çok hızlı başlaması bizi yanıltmayacak gibi ve bu satırlar yazıldığında Galatasaray teknik direktör olarak Fatih Terim,Bolton'dan İsveçli forvet Johan Elmander ve Trabzonspor'dan Selçuk İnan'ı renklerine bağlarken,Beşiktaş Benfica'dan Sidnei,Gençlerbirliği'nden Mustafa Pektemek,Tavşanlı'dan Mehmet Akyüz,Trabzonspor'dan Egemen Korkmaz,Bayer Leverkusen'den Burak ve Rapid Wien'den Veli ile Tanju'yla anlaştılar.Şampiyonluğu son maçta kaybeden Trabzonspor ise aynı şekilde birçok önemli oyuncusunu kaybetti ve gücünü geri kazanmak ve artıracak birçok transfere ihtiyacı olan bordo-mavililer Buca'dan Sercan,Bursaspor'dan Eren,Westerlo'dan Henrique ve Sevilla'dan Zokora ile anlaştılar.Öte yandan şampiyon olan Fenerbahçe ise defansa yönelik yerli takviylerle dikkat çekti.Sarı-lacivertli İstanbul ekibi Kayseri'den Serdar Kesimal,Gençlerbirliği'nden Orhan ve Karabükspor'dan Emmanuel Emenike'yi renklerine kattı.Ama benim için su ana kadar en önemli transfer Gaziantepspor'un M'gladbach'tan aldığı Taşkın Çalış.Orta sahasının ortasında hem ofansif hem defansif anlamda ciddi katkılar verebilen gurbetçi oyuncu,Gaziantep'in gurbetçi oyuncular zincirine katılan son oyuncu.Bakalım Cenk Tosun gibi o da Türk futbolunun içine adapte olacak mı?
      Hep birlikte göreceğiz...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Genç Viking

      Tabii ki oyuncu yetiştirme fabrikası olan Ajax'ın futbola yeni kazandırdığı yetenek Christian Eriksen'den bahsediyoruz.Futbola doğduğu yerin takımı olan Middelfart G&BK'de başlayan ve ardından ülkesinin önde gelen klüplerinden biri olan OB Odense'ye geçen genç Viking burada özellikle Brondby'ye karşı oynadığı futbol ve Danimarka Genç Milli Takımlarında oynadığı iyi futbolun karşılığı olarak 2008'de yaklaşık 1 milyon sterlin karşılığında hiç beklenmedik bir şekilde Ajax Amsterdam'ın yolunu tuttu.Ve burada da kendini gösteren ve ağırlığını hissettirmeye başlayan Eriksen,önce Ajax'ta düzenli olarak ilk onbirde daha sonra Danimarka A Milli Takımında oynamaya başladı.
      Rafael Ferdinand Van der Vaart ve Wesley Sneijder'in ayrılmasından sonra,orta sahasında ciddi bir şekilde kalite ve yaratıcılıktan yoksun kalan Ajax'ta oyun görüşü ve zekası ve aynı zamanda ''Xavi''vari paslarıyla bu problemlerin giderilmesinde en büyük pay sahibi olan ''Yeni Litmanen'' için 2010 yılında önce AC Milan ve daha sonra Liverpool başarısızlıkla sonuçlanan tekliflerde bulundular.Ama,asıl nokta kalitesini ispatlayan bu ''Genç Viking''in kendini daha ne kadar geliştirecek ve Ajax bu büyük klüplerin istilasını nasıl bertaraf edecek?Ayrıca,ismi bu günlerde Barcelona ile anılmaya başlayan ve burada oynamaya sıcak bakan Danimarkalının kendisi için nasıl tasarrufta bulunacağı önemli bir değer taşıyor.
       Fakat,92 doğumlu gencin önünde daha geçmesi gereken daha çok yol var ve aynı zamanda onu izlemek büyük keyif.Umarız,kendisi için en doğrusunu yapar ve bizide kendisinden mahrum bırakmaz...